Yine Ağustos ayı, yine hüzünler yine dalışlar ve yine kayboluşlar.
Sıcağın zirve yaptığı bir akşamın sessizliğiydi, gece hiç olmadığı kadar yıldızların aydınlığın da, deniz hiç olmadığı kadar kabarmaya hazır ve yeryüzü hiç olmadığı kadar mateme hazırdı.
Gecenin karanlığında saatler 03:02’yi gösterdiğinde yeryüzü gökyüzüyle buluştu.
Bir uğultu sonrası yükselen çığlıklar hala bugün gibi kulaklarımda yankılanıyor.
Dün gibi her şey, keşke yarınlar kadar uzak olsaydı.
Haykırış olan sesim sessizliğin limanına demir atmış durumda.
Boşluklar var sol yanım da, en güçlü aşkların bile dolduramadığı boşluklar.
Her geçen gün büyüyen yangınların arasında yaşamak, sevemedim bir türlü Ağustos ayını sevemedim gitti.
Oysa bir Ağustos ayında gelmişim dünyaya.
Her yıl titrer durur yüreğim takvim yaprakları Ağustos’un yarısını hemen geçince ayın on yedisi gelince.
24 yıl önce bugün!
17 Ağustos 1999
24 Koca yıl, ‘’292 ay, 8766 gün’’
Enkazın ve depremin ne olduğunu en önemlisi kaybetmenin ne olduğunu öğrenişimin 24. Yıl dönümü.
Depremler olurdu şehirler de, yerle bir olmuş binaların altından yükselen ‘’ sesimi duyan var mı? ‘’ çağırışları ve acının en çığlık halleri.
Yerle bir olmuş olan sadece beton yığınları mı?
Yoksa yürekler mi?
Asıl enkazlar yeni kalkmaya başlamıştı yüreklerde.
Gidenler vardı bu sevgi limanından gökyüzüne doğru yolculukta.
Acılar günden güne büyümekte ve o yangınların alevi içten içe daha da yanmakta.
Biz bu kara günde üç bedeni toprak altına, 3 ruhu Allah katına yolcu ettik.
Özlemler her geçen gün daha da büyümekte, acılar ise her geçen gün kendini yenilemekte.
BİZ KAYBETTİKLERİMİZİ KALBİMİZE GÖMDÜK
Yıllar geçecek, takvim yaprakları her geçen gün sayfalardan bir bir eksilecek ama sol yanımın acısı bir gün olsun dinmeyecek.
Onları özlem ve sevgiyle anıyorum…
Begüm Kol - Ilgım Kol - Buket Kol