Sosyal medya hayatımızın içine girdi gireli bir kopyala yapıştır kahramanlık hikayeleri ile dolup taştı. Bilgiyi kolay elde etmenin yolu olarak görünen sosyal medyadaki manipülasyonlar artık tehlikeli bir hal almaya başladı…
Her alanda inanilmaz bir bilgi kirliliğine neden olan sosyal medya klavye kahramanlığı fenomen oldu. Öyleki; aynı fikri paylaşmayan ya da olayın içi yüzünü aratırarak karşı çıkanlara karşı da ciddi bir ötekileştirme oyununun içindeyiz. Bu alanda o kadar çok manüpülasyon var ki bir köşe yazısına sığar mı bilmiyorum. Fakat ipin ucundan tutup çekmeye başladığımda onlarca örnek kafamın içinde dönüp duruyor.
En yakın tarihli konuyu ele alırsak, İstanbul Sözleşmesi’ni ele alabiliriz. İstanbul sözleşmesi nedir?
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan uluslararası insan hakları sözleşmesidir.”
Tanım bu. Alt metin, üst metin tabiki tartışılır. İstanbul sözleşmesi altında dayatıldığı düşünülen ahlaki olmayan ilişkileri ve toplumun örf ve adetlerine aykırı olduğu gerekçesini sunan da var, sonuna kadar destekleyende… Ama emin olun “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” pankartları açan, sosyal medya hesaplarında profilini bu görsellerle dolduran kadın ya da kadına destek olamaya çalışan beyfendilere mikrofon uzatırsanız, bu sözle şartları nedir, adına neden İstanbul Sözleşmesi denmiştir, içeriği nedir, iki cümleden fazla kuramaz. Ben burda taraf ya da muhalif değilim. Anlatmak istediğim tek şey, her bilgiyi kopyala yapıştır yapmaktan ne zaman vaz geçeceğimizle ilgili bir atıfta bulunmak. Keza konu sadece bu sözleşme değil…
Hiç üşenmeden, sıkılmadan, yorulmadan her hafta Cuma mesajı yollayan bireylerin birçoğunun Cuma namazına bile gitmediklerini görüyoruz. Ama sanki farzmış gibi her hafta telefon hafızalarını dolduran şekilli, süslü, albenili resimlerle kutlama mesajı yollalamaları ne kadar ironikse, bilgi sahibi olmadığı bir fikri savunmaya çalışmak da bir o kadar ironik…
Bunun dışında az ve çz konuşan Peygamberimizin hadisleri olduğu söylenen yüzlerce görseli de es geçemeyeceğim. Keza Mevlana sözlerini de… Onlara ait olmayan yüzlerce söz… Biri bir cümle yazıyor ya da bir yerde görüp beğeniyor, altına Hz. Muhammet, Mevlana, Hz. Ali vs. gibi önemli ve özel kişilerin isimlerini yazarak yayınlıyor, bizler de önünü arkasını araştırmadam paylaşıyoruz.
Aynı şekilde birbirinden farklı görüşlere sahip insanların diğer gurubun değer verdiği lider, ya da önem verdikleri kişinin bir resmini alıp üstüne aykırı bir şey yazıp, sanki bir haber sitesinde yayınlanmış gibi paylaşması da insanlar arasında kin ve nefret tohumları atmanın başka bir yolu haline geldi. Bunun gibi onlarca belki de yüzlerce örnek vermek mümkün.
İşin özü ve kısası şu ki; sosyal medya denen canavarın eline bir koz vermeden önce araştırma yapmayı kendimize ilke edinirsek, sanırım manipüle edilmiş bilgilerin kaynağını yavaş yavaş kesebilir. Her vijdanlı ve akıl sahibi kişinin üzerine gerçekten vazifedir bu. Başka türlü nifak tohumumlarının önüne geçmek mümkün değil. Bu tohumlaru sulamak yerine kökün sökmeyi amaç edenirsek, sosyal medya denen bu canavarı pasivize edip gerçek bilginin yayılmasına öncülük edebiliriz. Nacizane fikrimdir efendim… Mutlu haftalar…
Hayatım boyunca bir çok köşe yazısı okudum, ***a bu kadar alakasız, saçmasapan, özensiz, ***atör bir köşe yazısına ilk defa denk geliyorum. Keşke her önüne gelen köşe yazarı olmasa.