Yaşamını devam ettirmeye çalışan bireyler olarak birçok defa başkaları tarafından ya da başka kaynaklardan yapmamamız gereken durumlar hakkında uyarılmışızdır. Ancak kimi zaman uyarılmış olmamıza rağmen onları umursamadan yaptığımız işlerden dolayı bazen kendimizi istemediğimiz durumlarda bulabiliyoruz. Bu duruma bir atasözü bulacaksak eğer şu en uygunu olur sanırsam: Bir musibet bin nasihatten yeğdir!
Bazen aslında yapmamız gereken ancak sanki bizim üstümüze vazife değilmiş gibi gördüğümüz bazı durumları da bir musibet yaşadıktan sonra fark edebiliyoruz. O zaman da şöyle bir sorunun oluşması gerekiyor zihnimizde. Musibet dediklerimiz iyi midir kötü müdür? Bence aleyhimize olan bazı durumları eğer istersek bir nebze de olsa lehimize çevirebilme şansına sahibizdir. Yine benim fikrime göre yaşadığımız musibetten sonra eğer kazançlarımız kaybettiklerimizden daha fazla olacaksa musibet kavramı aslında isminden anlaşıldığı kadar da kötü bir durum değildir. Bizi silkeleyip kendimizi toparlamamıza sebep olan her şeye belki de bir teşekkür borçluyuzdur. Ancak kazançlarımız yani çıkardığımız dersler daha az olacaksa da musibet kavramı aklımıza ilk geldiği anlamıyla kötü bir durumdur. Ders çıkarmazsak eğer bize kalacak olan yaşadığımız kötü anılardır
Atasözünü günümüze uyarlayacak olursak eğer mantıklı olarak yaşamak zorunda olduğumuz ve musibet diye adlandırdığımız kötü durumlardan kayıplarımızdan daha çok kazanç sağlamamız gerekir. Ki buna birçok örnek verebiliriz. Birinci dünya savaşı sonrası artan sanayileşme yarışı, sözde hak hukuk yarışı gibi, yıkılan Osmanlı devletinden sonra kaybettiğimiz onca toprağa ve statüye rağmen hiçbir şey yapmayıp yerimizde saymaya devam etseydik eğer şu an olduğumuzdan kötü bir durumda olurduk.
Lafı yine korona muhabbetine getirecek olursak eğer verdiğimiz can kayıpları, ekonomik kayıplarımız ve ruhsal olarak verdiğimiz kayıplardan kazanç sağlamamız gereken çıkış kapıları bulmamız gerekir. Eğer bunu yapmazsak yaşadığımız bu kötü durumdan dolayı uslanmamış oluruz ve bir daha böyle durumlara maruz kalmak zorunda kalabiliriz. Peki, insanlık olarak bir şeyleri fark edebildik mi veya bu durumdan çıkarılması gereken doğru dersler çıkarabildik mi? Genel olarak benimde takip edebildiğim kadarıyla ister gelişmiş ister gelişmemiş olsun insan hayatına verilen önemin ne kadar az olduğunu öğrenmiş olduk. Hele ki en önemlisi gelişmemiş coğrafyalarda yaşayan insanların bu süreçte çektiği zorlukları bir kez daha görmüş olduk. Dünyanın herhangi bir ucunda alınmayan veya alınamayan önlemlerin kelebek etkisi gibi dünyanın bir başka yerinde büyük kasırgalara neden olabileceğini de hep beraber bir kez daha öğrenmiş olduk.
Tüm bunların dışında yöneticilerin de en çok neleri önemsediklerini gördük. Kiminin insan hayatını merkez alan kimininse kazanacağı parayı merkeze alarak politikalar uyguladıklarını gördük. Şöyle bir söz vardır birini tanımak istiyorsan eğer onunla bir yolculuğa çık. Yolculuktan kastı sanırsam yolculuk esnasında yaşanabilen olumsuzluklar ve üzerine eklenen yorgunluk sonucu o birinin vereceği tepkilerin doğal olmasından dolayı onu daha iyi tanıyabilmemiz olsa gerek. Bizim şu anki durumumuz içinde şunu diyebilir miyiz acaba? Yöneticinizi tanımak için mutlaka bir felaket yaşamalısınız. Dünyadaki birçok yöneticinin de yaşadığımız bu felakete gösterdikleri refleksler de elbette bu felaketten sonra uzunca konuşulup tartışılacaktır. Ama asıl önemli olan bu olay sonucunda neleri ne kadar kazanabileceğimizdir. Belki insanlığımızı kazanırız!
Umarım bundan sonraki süreçte yaşadığı ülkeye, savunduğu düşünceye bakılmaksızın tüm insanlara sadece insan olduğu için daha iyi ve daha sağlıklı yaşam koşulları sağlanır. Belki birbirimizi kırmak için devasa yatırımlar yaptığımız savaş sektörüne biraz ara verir de önce insanların daha iyi koşullarda yaşaması için insan sektörüne biraz yatırımlar yapar ve bu musibetin sonucunda karlı çıkan yine tüm insanlar olur. Bir umut…