Ekonomi, günlük hayatımızın tam merkezinde yer alıyor. Market raflarından kira fiyatlarına, akaryakıttan temel hizmetlere kadar her şey ekonomik gelişmelerle doğrudan bağlantılı. Türkiye gibi siyasi ve ekonomik dengelerin iç içe geçtiği ülkelerde, özellikle seçim dönemlerinde ekonomik belirsizlik daha da belirgin hale geliyor. İş dünyası, yatırımcılar ve vatandaşlar, sandıktan çıkacak sonuca göre pozisyon almak için bekle-gör politikası izlerken, piyasalar da bu belirsizliğin etkisiyle dalgalanıyor.
Son yıllarda, seçim dönemlerinin ekonomik göstergeler üzerinde nasıl etkiler yarattığını defalarca deneyimledik. Döviz kurlarında ani sıçramalar, borsa hareketliliği, faiz politikalarındaki değişiklikler ve enflasyonist baskılar, seçim öncesi ve sonrası dönemlerde kendini sıkça hissettiriyor. Çünkü ekonomi, yalnızca rakamlarla değil, aynı zamanda psikolojiyle de yönetilen bir alan. Güvensizlik ve öngörülemezlik, piyasaları tedirgin ediyor ve yatırımcıları daha temkinli hareket etmeye itiyor.
Şu anki ekonomik tabloya baktığımızda, belirsizliğin hâkim olduğu bir süreçten geçiyoruz. Son yıllarda artan enflasyon, hane halkının alım gücünü ciddi şekilde zayıflatırken, yüksek faiz oranları yatırım ortamını daraltıyor. Öte yandan, döviz kurlarındaki dalgalanma ve kamu harcamalarındaki artış, seçim sürecinde daha da kritik hale geliyor. Çünkü seçim ekonomisi, genellikle genişlemeci politikalarla kamu harcamalarının arttığı, bütçe açığının büyüdüğü ve bunun uzun vadede ekonomik dengeleri daha da zorlayabileceği bir döneme işaret ediyor.
İş dünyası açısından bakıldığında da durum pek farklı değil. Yerli ve yabancı yatırımcılar, seçim sonuçlarına göre yeni stratejiler belirlemek istiyor. Ancak burada asıl kritik nokta, seçimden sonra uygulanacak ekonomik politikaların ne kadar rasyonel ve sürdürülebilir olacağı. Eğer piyasalara güven veren, şeffaf ve öngörülebilir bir ekonomik yol haritası ortaya konulursa, belirsizlik ortamı azalabilir ve yatırımcılar yeniden harekete geçebilir. Ancak aksi bir durumda, mevcut dalgalanmaların daha da derinleşmesi kaçınılmaz olur.
Öte yandan, ekonomik dengelerin yeniden sağlanması için sadece seçim sonuçlarına odaklanmak yeterli değil. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, ekonominin temel sorunlarına yönelik kalıcı çözümler üretilmesi gerekiyor. Enflasyonla mücadelede güçlü ve kararlı adımlar atılmalı, üretime dayalı büyüme modeli teşvik edilmeli ve özellikle yatırımcı güveni tesis edilmeli. Ayrıca, hukuk sisteminin ve bağımsız kurumların güçlü olması, sadece ekonomi açısından değil, ülkenin genel istikrarı açısından da büyük önem taşıyor.
Bu süreçte halkın beklentisi de oldukça net: Alım gücünü artıracak, fiyat istikrarını sağlayacak ve uzun vadede ekonomiyi rahatlatacak politikalar görmek istiyorlar. Günlük hayatın giderek zorlaşması, ekonomik kaygıların artması ve geçim sıkıntısının derinleşmesi, toplumda ciddi bir huzursuzluk yaratıyor. İşte tam da bu yüzden, seçim sonrası kim göreve gelirse gelsin, en büyük sorumluluğu ekonomiyi toparlamak olacak. Çünkü ekonomi sadece makro göstergelerle değil, doğrudan insanların yaşam standartlarıyla ölçülüyor.